Bu gün dünya halkları yıllardır algı stratejisi ile oluşturulan Avrupa medeniyetinin gerçek yüzünü görmüştür. Merhum Mehmet Akif yıllarca önce Avrupa medeniyetini tek dişi kalmış canavar olarak anlatmaya çalışmıştır. 2000 yılına girdiğimizde dünyanın dört bir köşesinde Milenyum çağı kutlamaları yapılmıştı. Artık bu çağda Demokrasi, hukuk, temel insan hakları, sevgi barış ve kardeşlik konularında olağanüstü gelişmelerin yaşanacağını, devletlerin bu ve benzeri konularda gerekli tedbirleri almaları hususu tartışılıp kamu oyu oluşturma yönünde programlar yapılıyordu.
2020 yılına geldiğimizde ortaya çıkan problemlerin her alanda daha karmaşık ve artarak devam ettiğine şahit olmaktayız. Klâsik anlamda sömürmek ve sömürgecilik olarak ifade edilen Emperyalizm ülkesel ve bölgesel olmaktan çıkmış küresel emperyalizm boyutuna ulaşmıştır. Küresel Emperyalizmin anlamı ve mahiyeti yeteri kadar bilinmez ve gerekli tedbirler alınmaz ise, sömürgeleşmekten kurtulmak mümkün değildir. Küresel Emperyalizm özellikle gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerin üzerinde çok daha etkili ve yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır. Bu sonuçlardan en belirgin olanı sırf hayatta kalmak, kıt kanaat karnını doyurabilmek geleceğini güven altına almak isteyen çaresiz kalmış olan insanlar üzerinde göstermektedir.
Bugüne baktığımızda Yirmi birinci yüzyılın en büyük küresel sorunu ne olacaktır? Bu soruya benim tarafımdan verilebilecek tek cevap, kesinlikle ilk öncelik olarak göçtür diyebilirim. Göç olayının tarihi dönemlerini, derinliğini, boyutlarını ve özelliklerini yeteri kadar açıklama ve anlatma bir köşe yazısıyla mümkün değildir. Göç olayı, “ insanların göçebe hayattan yerleşik hayata geçmesi ile azalmış ancak insanlık tarihinin hiçbir döneminde göç yaşanmamış bir dönem olmamıştır. İnsanlar tarihsel süreç içerisinde başlangıçta bireysel olarak sonrasında ise kitlesel olarak bir yerden bir yere çeşitli sebeplere dayalı olarak hareket etmişlerdir.”[3]
Bütün dünyada büyük beklentilerle karşıladığımız bu yüzyılda her geçen gün daha fazla insanın, başka umutları ve seçenekleri kalmadığından evlerini, iş yerlerini, işlerini ve topraklarını terk etmek zorunda kaldığı, göçün her geçen gün artmasının başlıca nedenleri arasında açlık, savaşlar, şiddet, korku etnik ayrımcılık, din ve mezhep sorunları olduğu ifade edilmektedir. Tüm bu olumsuzlukların neticesinde, dünya üzerinde birçok yerde yine ülkesel bölgesel ve kitlesel göç hareketleri ve yolları ortaya çıkmıştır. Tüm dünyayı giderek birinci derecede ilgilendirmeye başlayan bu problem bugün milyonlarca insanı etkileyen küresel göç olayı haline dönüşmüştür. Bu olaylar bu gün sadece göç veren az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkeleri değil, dünyadaki tüm ülkeleri de doğrudan veya dolaylı olarak etkilemektedir. Bunun en çarpıcı örneğini Suriye olaylarında yakından izlemekte ve görmekteyiz.
“Göç veren ülkelerin ortak özelliklerine baktığımızda, bu ülkelerin tümünde bölgesel savaştan veya iç savaştan kaynaklı güvenlik ve hayati tehlikelere yönelik sorunlar olduğu görülmektedir. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (BMMYK) verilerine göre; savaş ve şiddet olaylarının yaşandığı kriz bölgelerinden kaçanların sayısı geçen yıl artarak, rekor seviyeye ulaştığı, 2016 yılı sonunda kendi ülkesi içinde ya da ülke sınırları dışına kaçan toplam 65 milyon kişinin evini terk etmek zorunda kaldığı, buna göre her dakika 20 kişi mülteci konumuna düştüğü ifade edilmektedir.”[5]
Günümüzde yaşanan iç savaş ve savaşların yoğun olarak yaşandığı ülkelerden, 2016 yılında ülkesi dışına kaçanların sayısı 20 milyon kişi ile dünya tarihinde rekor bir seviye ulaştığı ifade edilirken, “bu çerçevede, özellikle 11 Eylül olayları sonrası az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan, ekonomik ve siyasi kargaşaya, savaşlar ve iç savaşlardan kaynaklanan terör eylemleri de eklenince, bu durum göçmenler açısından kendi ülkelerinde güvenlik, hayatta kalma ve açlık sorunlarını da ortaya çıkarmıştır. Buna; Irak, Filistin, Afganistan, Pakistan, Somali, Suriye ve Myanmar’da yaşanan etnik ve dinsel sorunlara dayalı iç savaş ve terör olaylarını örnek verilebilir. Tüm bu sorunlar günümüzde milyonlarca insanı yasal ve yasal olmayan yollarla ülkelerini terk etmeye zorlamaktadır.”
Küresel göç hareketlerini tetikleyen önemli etkenlerden biri de küresel ısınmaya bağlı doğal afetlerin ortaya çıkardığı iklim göçüdür. Günümüzde uzun süredir tartışılan küresel iklim değişiklikleri neticesinde dünyanın bazı bölgelerinde ortaya çıkan şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkisi görülmeye başlanmıştır. Kısacası iklimler ve mevsimler değişmektedir. Bunun sonucunda küresel göçlerin nedenleri arasında sayılan; Küresel ısınmada dünyanın geri dönülemez noktaya yaklaştığını işaret eden bilim insanları, iklimin altüst olması ile suların yükselmesi neticesin verimsiz ve kurak hale gelen topraklardan kaçan insanların 2050 yılına kadar yaklaşık 150 milyon kişiyi “iklim mültecisi” durumuna düşürebileceğini uyarısında bulunmaktadırlar. Bu ısınmanın sonucunda dünya iklim sisteminde değişikliklere neden olan küresel ısınmanın etkileri dünyanın her yerinde hissedilmektedir.
Günümüzde kutuplardaki buzullar erimekte, deniz suyu seviyesi yükselmekte, kıyı kesimlerde toprak kayıpları giderek artmaktadır. Ayrıca çevre hava su toprak kirliliği yeterli gıda üretimi yapılamayışı, yine göç hareketlerinin önemli etkenlerindendir. 21.Yy da dünyanın en büyük ve en önemli sorunlarından biri de adaletsiz gelir dağılımının ortaya çıkardığı yoksulluktur ve açlık tehdididir. Bu sorunlar günümüzde ekonomik bir sorun olmaktan çıkarak, sosyal bir sorun olan göç sorununa dönüşürken, her geçen gün biraz daha içinden çıkılmaz karmaşık bir hal almaya devam etmektedir.
Küreselleşme, “olumlu” etkisi olarak gelir dağılım dengesini gelişmiş ülkeler lehine değiştirirken, olumsuz etkisi ile dünyadaki gelir dağılımı ve yoksulluk çıkmazını derinleştirmiştir. Özellikle küreselleşmenin hız kazandığı, dünyanın hızla uyum sürecine girdiği 1990 sonrasında birçok ülkede gelir dağılımı bozulmuş buna paralel olarak düzensiz göç olayları da gelir dağılımının düşük olduğu bölgelerden gelirin yüksek olduğu bölgelere doğru bir çekim merkezi haline gelmiştir. Adaletsiz gelir dağılımı açlık kıtlık ve yoksulluk olgusundan en fazla etkilenenler şüphesiz ki kadınlar ve çocuklardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra en büyük göç hareketlerinden bir olan Suriyeli mültecilerin durumu “güvenlik kaygıları” bağlamında son dönemde en çok konuşulan konular arasında yer almaktadır. Bu tartışmaların başta göçmenlerin bireysel insan güvenliği ve devletlerin ulusal güvenliği olmak üzere müştereken düşünülmesi gereklidir. Bu çerçevede bu konu, günümüzün en büyük sorunlarından biri olan “terörizm sorunu” ile beraber düşünüldüğünde, güvenlik sorunu hedef ülkeler açısından “ulusal güvenlik” kaygılarını ortaya çıkarırken, göçmenler açısından ise özellikle Suriyeli bebek Aylan Kürdi’nin cansız bedenini gösteren fotoğrafın medyada yayınlanmasından sonra “bireysel güvenlik” sorununu ortaya çıkarmıştır.[12]
Ancak bu noktada asıl düşünülmesi gereken ana husus, göç alan ülkelerin ulusal güvenliği mi önemli? Yoksa göç hareketine başlayan bireylerin kişisel güvenliği mi önemli? Bu sorunun cevabı önem kazanmaktadır. Bu noktada hem göçmenler açısından, hem de hedef ülkeler açısından ortaya çıkan durumun, terör tehdidine, suça ya da toplumların bozulma ve yozlaşmasına yönelik bir güvenlik tehdidi mi altında bulunduklarının müştereken değerlendirilmesi gereklidir. Tarih boyunca Anadolu coğrafyası doğu batı, kuzey güney ekseninde adeta bir köprü olmuş ve sürekli göç hareketleri ile karşılaşmıştır. Türk milleti milyonlarca evlâdını üzerinde yaşadığımız bu toprakları vatan edinmek için feda etmiştir.
Bu gün birtakım insanların halâ BEKA meselesine dudak bükerek baktığını anlamak mümkün değildir. Suriye rejiminden kaynaklı ve insani bir dram olarak karşılaştığımız küresel göçle ilgili sorunları haberlerde ve medya kaynaklarında tüm boyutları ile işlenmektedir. Türk milleti dostunu ve düşmanını artık çok açık ve net olarak görmektedir. Göçmenlerle ilgili olarak sınır kapılarının daha önceleri açılarak dünyaya özellikle iki yüzlü Avrupa’ya sorunun paylaşılması noktasında daha erken ve net bir tavır sergilenebilirdi. Türkiye’den Avrupa’ya geçmek isteyen göçmenlere karşı takınılan tavır ve davranışı üzülerek gün be gün izlemekteyiz. Güya kendilerini demokrasinin ve Avrupa medeniyetinin beşiği olarak gören Yunanistan’ın, kadın çocuk kundaktaki bebek ayrımı yapmadan silâh kullanması bütün dünyanın gözü önünde olmaktadır. Bu da bize Özellikle Avrupa’nın insanî, ahlâkî, hukukî, vijdanî gönül zenginliğinden ne kadar uzak olduklarını göstermektedir. Göçmenlerin gittikleri ülkedeki güvenlikleri açısından da birçok sorun ortaya çıkmaktadır. Bu çerçevede hedef ülkeye giden göçmenler ırkçı saldırılara maruz kalmakta, potansiyel bir suçlu muamelesi ile karşılaşmaktadır.
Yine AB Polis Teşkilatı (EUROPOL) tarafından açıklanan verilere göre, “Avrupa’ya geldikten sonra sisteme kaydedilen 10.000’den fazla çocuğun kayıp olduğu, çocukların pek çoğunun seks şebekelerinin eline düşmüş olma ihtimalinden korkulduğu, yalnızca İtalya’da 5.000 çocuğun kaybolduğu” ifade edilmektedir.[15]
Yani göçmenler için sorun sadece kendi ülkelerinde maruz kaldıkları şiddetle sona ermemekte, göç yolunda maruz kaldıkları şiddet ve boğulmalara ilaveten, insan ticaretine de maruz kalmakta, bu durum ulaşmak istedikleri hedef ülkelerine ulaştıklarında da devam etmektedir. Göçmenlere karşı başta AB üyesi ülkeler olmak üzere ulus-devlet yapısı olan birçok ülkede etnik milliyetçilik hareketleri gelişmektedir. Küreselleşmeye bağlı olarak göçler daha az kaynağa sahip olan ülkelerden daha fazla kaynağa sahip ülkelere doğru gitgide artacaktır. Mevcut veriler, günümüzde özellikle AB ülkelerince alınan kolluk tedbirleri ile göçün durdurulamadığını, yasa dışı göçün kısa vadede zorlayıcı ve yasaklayıcı tedbirlerle durdurulamayacağını, ancak hızının düşürülebileceğini göstermektedir.
Kısaca ifade etmek gerekirse göçmenler gerek yolculukları esnasında gerekse hedef ülkeye varmalarını müteakip göçmen kaçakçılığının konusundan çıkarak, modern kölelik olarak da ifade edilen insan ticaretinin konusu haline dönüşmektedirler.[16]
Yani göçmenler için sorun sadece kendi ülkelerinde maruz kaldıkları şiddetle sona ermemekte, göç yolunda maruz kaldıkları şiddet ve boğulmalara ilaveten, insan ticaretine de maruz kalmakta, bu durum ulaşmak istedikleri hedef ülkelerine ulaştıklarında da devam etmektedir. Kısaca ifade etmek gerekirse göçmenler gerek yolculukları esnasında gerekse hedef ülkeye varmalarını müteakip göçmen kaçakçılığının konusundan çıkarak, modern kölelik olarak da ifade edilen insan ticaretinin konusu haline dönüşmektedirler.[16]
Bu gün beş milyon mülteciyi her türlü fedakârlığı yaparak barındıran Ülkemiz ve milletimiz, kaderin ve tarihin yüklediği misyonunu, insanî, İslâmî, millî ve siyasî olarak yerine getirecektir.
Allah Türk milletini, yurdumuzu ordumuzu korusun ve yüceltsin. Daima mensur ve muzaffer eylesin. Şehitlerimizin mekânlarını Cennet, makamlarını Âlî eylesin. Gazilerimize sağlıkla hayırlı uzun ömürler versin, yaralılarımıza acil şifalar versin inşallah. Gelişmeleri siyasî anlayış ve rekabetin dışında, tam anlamıyla bir beka meselesi olarak ele alıp değerlendirmeye ve hep birlikte izlemeye devam ediyoruz.
Değerli MEYDAN okurları Millî birlik ve beraberliğimizin daha da güçlenerek devamı için Selâm ve dua ile sağlıcakla kalın.
Yararlanılan kaynaklar: 21. Yüz yıl Türkiye Enstitüsü. Mehmet Zeki Bodur.